08 Mart 2012 Perşembe

    ENDÜLÜS NOTLARI

    29 Şubat 2012, 22:32
    Bu makale 190 kez okundu
    ENDÜLÜS NOTLARI
    Adem GÖKSÜGÜR

    Endülüs, Kurtuba Camii, El Hamra sarayı kelimeleri bana fakülte yıllarımda Sanat Tarihi dersi hocamız Profesör Hakkı Önkal’ı ve her derste bize sunduğu slayt gösterilerini hatırlatır. Diğer İlahiyat Fakültelerinde en basit ders olarak bilinen Sanat Tarihi bizim kâbusumuz olmuştu.  Rast gele bir slayt seçerdik kutudan, sınav başlardı. Bir cami veya sarayın detay süslemelerinden bir kesit… Önce nereye ait olduğunu bilmemiz gerekiyordu, sonra da ayrıntılı sorular geliyordu. Kurtuba ve Granada’yı gezerken hep o slaytları hayal ettim. Eğer bu dersi ben verseydim daha da zorlaştırırdım diye düşündüm. Çünkü Endülüs bunu hak ediyor ve orada gördüklerim beni derinden büyüledi… Elimde fotoğraf makinem bir taraftan fotoğraf çekiyor bir taraftan mest oluyordum. Sevgili yeğenim Cahit’in “dayı sanki nirvanaya ulaşıyor gibisin” dediğini hatırlıyorum.


    Yeğenim Cahit Manav demişken burada kendisine teşekkürü bir borç biliyorum. Ta Almanya’dan sırf değerli dostum Süleyman Mermer ve bana, o güzel İspanyolcasıyla rehberlik etmeye gelmişti. Hele Granada’da metfun bulunan merhum Muhammed Esed’in kabrini ziyaret arzumuz, ziyaret günü olmayışı nedeniyle neredeyse mümkün olamıyordu. “Cementerio la Rauda de Granada” adı verilen İspanya Müslümanları Kabristanının görevlisi İspanyol Müslüman Zakaria Maza el-Kurtubi ile görüşerek kabristanı açtırması tam bir maceraydı. Üç saat sonra için sözleştik. Granada’yı hâkim tepeden gören, zeytin ve çam ağaçlarıyla dolu bu makberde zeytin ağaçları kenarında uzanarak gece boyunca, kiralık bir otomobille yaptığımız yolculuğun yorgunluğunu bertaraf etmeye çalıştık. Kabrin başına geldiğimizde “Mekke’ye Giden Yol”da merhumun yaşadıkları film şeridi gibi gözümün önünden gelip geçti. Çölde Zeyd adlı bir mihmandarla yıllarca yaşayıp, teknolojinin ulaşmadığı bedevi Arapçasını öğrenmesi çok manidardır. Zira Kuran’ın Arapçasına en yakın, bozulmamış Arapça, çölün en ücra köşelerinde saklıydı. “Kuran Mesajı” adlı meal tefsirini okumaya başlamadan önce “Mekke’ye giden Yol” mutlaka okunmalıdır. Ne yazık ki Kuran araştırmacıları içersinde kökenbilim “etimoloji”yi esas alan yani “bir kelime bu gün değil o gün hangi anlama geliyordu?” sorusuna cevap arayan iki müfessirden biridir Muhammed Esed. Diğeri de çok ilginçtir, bir Japon müfessir Toshihico Izutso’dur. İslam’ı miras olarak değil, dişiyle tırnağıyla kazanan insanlar her zaman daha bilinçli olmuştur.  


    Gezi notlarıma devam etmeden önce Endülüs’ün tarihi hakkında kısa bir açıklama yapma ihtiyacı duyuyorum. 661 – 750 yılları arası hüküm sürmüş Emevi dönemi ne yazık ki kabile asbiyetinin gölgesi altında ezilmiş bir dönemdir. Sıffin ve Cemel olaylarının patlak vermesiyle bu asabiyetin tohumları atılmış oldu. Bu dönemde ne yazık ki Abbasi soyundan gelen birçok Müslüman kıyıma uğramıştır. Türklerin Müslüman oluşunu da geciktiren sebeplerin başında yer alan Emevi saltanatının yüz akı bir dönem vardır kuşkusuz. İspanya’da köklü bir medeniyet değişikliğine sebep olmuş Endülüs Emevi dönemi.

                    Başkenti Şam'da bulunan Emevi Devleti daha İslamiyetin henüz ilk yüzyılında Kuzey Afrika'nın tümünü eline geçirmişti. 8. yüzyılın başında cesur kumandan  Tarık bin Ziyad Cebelitarık Boğazı'nı geçerek İber Yarımadası'na sefere çıktı. O zamanlar bu ada Germen asıllı Vizigotların elindeydi. Tarık bin Ziyad'ın savaşta geri dönüş ihtimalini ortadan kaldırmak üzere kendi gemilerini yaktırdığı, “önünüzde çetin bir düşman, arkanızda amansız bir deniz, ya savaşıp kazanacaksınız ya da ölüp gideceksiniz” dediğini ve dünya literatürüne “gemileri yakmak” deyimini kazandırdığını biliyoruz. Tarık Bin Ziyad Kral Rodrigo'yu ağır bir yenilgiye uğrattı. Vizigot krallığı parçalandı ve bütün İber yarımadası kısa bir süre içinde Müslümanların eline geçti. Endülüs Emevi Devleti dünyada eşine rastlanmayacak bir medeniyet örneği sergiledi. Endülüs ilim ve sanat merkezi oldu adeta. Bu dönemde Avrupa'nın genelinde sadece Papazlar ve liderler okuma yazma bilirken Endülüs'te halkın neredeyse tamamı okuma yazma biliyordu. Şehircilik, mimari, kültür ve sanat, çağları aşan bir timsal oldu. Kültürel farklılıkların zenginlik olarak algılandığı bu çağda Endülüs'lerin egemenliği altındaki topraklarda Sefarad Yahudileri bugün de dâhil olmak üzere tüm zamanların altın çağını yaşamışlardır. Tarihsel bilgiyi fazla uzatmadan sonuç olarak ne yazık ki sen-ben kavgası yüzünden bu medeniyet çöküp gitmiştir. Endülüs düştükten sonra Müslüman kıyımı başlamış ve tarihi eserlerin bir kısmı tahrip edilmişti. Kurtuba Camiinin güney cephesindeki bu tahribatı görmek hüzün vericidir.

                    Gırnata ve Kurtuba’yı gezerken merhum şair Yahya Kemal’in “Endülüs’te Raks” şiiri geldi aklıma. Yahya Kemalin İspanya elçiliği sırasında kaleme aldığı yazıda şu satırlar dikkat çekicidir: Elhamra'ya basit bir dış kapıdan giriliyor. Girerken hârikulâde bir mekân içine girileceğinin farkına bile varılmıyor. Girdikten sonra bir âlemden başka bir âleme geçmiş, sanki bir rüyanın ortasına düşmüş gibi gözlerimi kapadım ve açtım, öylesine bir hayret içindeydim. Bu şaşkınlık daireden daireye geçtikçe arttı. Nazar değmemiş bir beyazlık içinde, sülüs bir yazı sarmaşığı gülümseyen bir güzellikle bütün duvarları sarmış; nakışın ve oymanın hudutsuz oyunları, tavanların derinliklerine kadar her tarafı örtmüş, ama her taraf yine de bembeyaz görünüyor”.


    Şairin duygularını anlayabilmek için o havayı kesinlikle teneffüs etmek gerektiğini düşünüyorum. Özellikle Elhamra Sarayı, binbir gece masallarının diyarı gibi karşıladı bizi. Bayanların göz nuru döktüğü danteller burada adeta mermere işlenmişti. Bu denli ince işçiliğin başka bir örneğini dünyanın hiçbir yerinde görmek mümkün değil. İlginçtir dışarıdan baktığınızda oldukça mütevazı olan bu saray içine girildiğinde sizi hayal dünyasına sevkediyor. İslam medeniyetinde mimarilerin iç dizaynı, estetiği ve kullanım rahatlığı öne çıkar. Batı medeniyetinde ise dış gösteriş çok abartılıdır. İçine girildiğinde anlamsız boş duvarlar karşılar sizi. Paris Versay Sarayında olduğu gibi “dışı seni içi beni yakar” özdeyişini haklı çıkarır. Bugün hala Versay Sarayında tuvalet ve banyo olmaması bunun en belirgin göstergesidir. Tuvalet ve banyo ihtiyaçlarını nasıl giderdiklerini yine kendi tarihçilerinden olan Max Kemmerich’in Avrupa Tarihinden Garip Vakalar adlı eserinden tiksinerek okumak mümkün.

    Kurtuba’da "Medinetüz-Zehra"da günbatımı ve bir seher vakti Kurtuba Camii önünden gün doğumu fotoğrafı çekmek heyecan vericiydi. Gün doğmadan köpeklerini gezdiren yaşlı bir İspanyol çiftin, tripotsuz uzun pozlama yapmak için köprü duvarından yararlanıp şekilden şekle girmeme hayret nazarıyla bakmaları gözümden kaçmadı.


    Kurtuba Camiine girerken görevlinin “Müslüman mısınız?” sorusuna önce bir anlam veremedim. Sonra peşimize takılan bir nöbetçinin neden diğer ziyaretçilerin peşinden dolaşmadığını yeğenim Cahit’e sorduğumda durum anlaşıldı. Önce kiliseye sonra da müzeye dönüştürülen bu mekânda bazı Müslümanların bir kenarda iki rekât namaz kılma arzuları engellenmeye çalışılıyordu. Flaşsız çekim yapma zorunluluğu loş bir ortamda uzun pozlamayı gerektirir. Enstantanenin açık olduğu bu sürede elinizin en ufak titremesi flu görüntülere sebep olur. Çektiğim yüzün üzerinde fotoğraftan ne yazık ki on-onbeş tanesinden sonuç alabildim. 22.300 mertekare alanda 30.000 müslümanın aynı anda namaz kılabileceği kadar geniş inşa edilmiş bu sütunlar cennetiyle, çift katlı at nalı kemerler ve kırmızı beyaz tuğlalarla bezenmiş bu mabet dünya sanat tarihindeki eşsiz yerini almıştır.


    Endülüs İspanya’da silinmez izler bırakmış; eyaletin adı hala “Andalusia”,  sokaklarda yer yer arap harflerini andırır tarzda tabelalar, at nalı kemerin şekillendirdiği “Mudejar” tarzı mimari hakim. Sadece ispanya değil bu çekim alanının etkisinde kalan. İzleyenlerin yüz ifadelerini neden fotoğraflayamadığıma hayıflanıyorum. Neticede bu büyünün tesirinde olan biri olarak, matlubu bırakıp taliple ilgilenemeyecek kadar meftun vaziyette olduğumu itiraf etmeliyim. Süleyman beyle şaka yollu Endülüs’e tayin isteme niyetlerinden bile bahsettik. Hani bazı şeyler vardır anlatılmaz yaşanır, işte tam da Endülüs için söylenmiş bir sözdür bu. Yurt içi ve yurt dışında bir çok yer gezmiş biri olarak şunu söyleyebilirim: Sanat adına gezdiğim yerleri çok beğendim ama Endülüs’e âşık oldum…

    Gönlünde Endülüs sevdası olanlara da nasip olması temennisiyle…

    YORUM YAZ

    • Ad Soyad:

    • Yorum:

    •  

      @name x

    • UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
    • Yorumlar

      Toplam 2 yorum mevcut

    • Enver GEDİKOĞLU 3 gün önce yorumlandı

      çok değerli adem'bey kardeşim ziyaret etmek nasip olsaydi ancak bu kadar duygulanırdık.emeğine kalemine sağlik.

    • mustafa nihat ağacıkoğlu 7 gün önce yorumlandı

      mirim rabbimizin ülfetiyle gezip gördüğün endülüs ün hakkını ve şükrünü bu yazıyla vermiş oldun.rabbim seni mekke medine ve kudüs gibi ruhu zirveleştiren,kalbimizin varlığını hatırlattıran ve aklımızı kamaştıran yerleri de görmeyi nasib etsin.

    GAZETE MANŞETLERİ


    HAVA DURUMU

    Görüntülemek istediğiniz ili seçiniz:

    ANKET Sonuçlar Tümü

    ?Sizce Hangi Yayın Organı Daha Etkin ?

    NAMAZ VAKİTLERİ

    Görüntülemek istediğiniz ili seçiniz:

    e-gazete

    kim kimdir?

    • Celal - Zade Mustafa Çelebi

    ARŞİV