Kastamonu Merkez’e 13 kilometre uzakta Karaş köyünde bir köy evindeyim. Hızarla değil elde baltayla dilinmiş, en genci yüzyıllık çamlardan yapılma 200–300 senelik tavana hayran hayran bakıyorum.
Köy konağının duvarı otantik eşyalarla süslenmiş. Bir tarafta dolma tüfekler, bir tarafta teke bıçağı asılı. Eski kilimler, çeşitli el yapımı eşyalar oraya buraya serpiştirilmiş. Duvarlara yaslanmış kerevetlerin üstü ise kilimlerle, minderlerle kaplanmış.Karşımda bu minderlere kurulmuş yaşları 10 ile 60 yaşları arasında değişen köy sakinlerinden oluşan bir orkestra var. Enstrümanları ise oldukça zengin, Cümbüş, saz, def, kaval, kaşık ve darbukadan oluşuyor.
Solistler de var.
Bu köy korosunu ortaya çıkaran köy sakini, El Sanatları Müdürlüğü’nde usta öğretici olarak çalışan Mustafa Kuşoğlu’nun yanına oturuyorum,
“Bu nasıl oldu, nasıl başladı anlat bakalım ustam” diyorum.
Anlatıyor: “Benim çocukluğumda babam, dedem, uslularımız, aksakallılarımız bizlere eski günlerde neler yaptıklarını anlatırlardı.
Özellikle uzun kış gecelerinde köyde evler sıra ile ziyaret edilir çalınır söylenirmiş. Çeşitli oyunlarla eğlenilir tüm köy halkı birlik beraberlik içinde güle oynaya vakit geçirirlermiş. Biz bu anılarla büyüdük. Bizim çocuklarımız oldu biz baba olduk ama bizim çocuklarımıza anlatacağımız bir şey kalmamıştı elimizde.
Televizyon, bilgisayar adeta çocukları bizleri esir almıştı. Aynı köy içinde bile yabancılaşmaya başlamıştık. Ben eskiden beri saz çalardım. Köyden saz çaldığını bildiğim bir iki kişi daha vardı. Onlarla birlikte bu yola çıktık.
Genç ihtiyar demeden bu topluluğu kurduk.
Atalarımızın sıra gezme gecesi geleneğini sürdürmeye karar verdik.
Haftada iki gün salı ve cuma geceleri sırayla köyden birinin evinde toplanıp hem prova yapıyoruz, hem çalıp söyleyip eğleniyoruz.”
Biz bunları konuşurken Karaş köyü ‘Türkü Sıra Gezme Gecesi’ başlıyor diye anons edilince cümbüşünü alıp kerevete oturuyor.
Türkü gecesi yurdun her tarafından çalınan ezgilerle biz dinleyenleri mest etmeye başlamıştı bile. Bu güzel sesler karşısında şaşırmış bir durumda bu güzel ezgileri dinlerken bir yandan da düşünüyordum.
Sabah çiftinde çubuğunda olan köylüler, sınıfında ders gören öğrenciler akşam toplanıyorlar Urfa’nın etrafındanYozgat’ın sürmelisine, ilahiden gazele geniş bir repertuar icra ediyorlar. Müthiş bir şey, kimseden bir karşılık beklemeden kendiliğinden oluşan bir koro sanırsınız festivallik bir film senaryosu gibi.
Arada bir mola veriliyor meyve ve çay takviyesi yapılıyor.
Türkülerin arasında geleneksel halk oyunlarından köy seyirlik oyunları oynanıyor.
Bir tanesi vız vız arı oyunu, üç kişi ortaya geliyor, ortadakinin kafasında bir takke var. Sağındaki solundaki kişiler eli yanağında bekliyor. Ortadaki ebe “vızzz vızz” diyerek bazen sola bazen sağa tokadı yapıştırıyor. Onlar da ortadaki ebenin takkesini vurarak düşürmeye çalışıyor.
Tokadı yiyen de, atan da bu işten memnun; sonuçta eğlenceli bir oyun.
Hele bir tilki oyunu var ki, tam seyirlik köy oyunu.
Önce ortaya biri gelip yatıyor. Bu ortadaki arazideki taş oluyor. Sonra sırtına koyun postu bağlanmış yüzüne çorap geçirmiş biri dörtayak üstünde biri geliyor.
Bir tilki.
Önce yerde yatan taşı kokluyor, eviriyor çeviriyor, hatta üstüne işaretini bırakıyor. Sonra tek tek konukların ayaklarını koklamaya başlıyor. Ama elinde bir iğne var. Konukların bacaklarına ufak ufak dürtüyor. Gülen, ses çıkaran olursa yani taş gibi durmayıp hareket eder ses çıkarırsa diğer elindeki havluyu yapıştırıyor kafaya.
Kahkahalar tüm köyü çınlatıyor.
Arada verilen bu oyunların sonunda gece gazel ile sona eriyor.
Mustafa usta tezenesini yerine koyarken göz göze eliyoruz.
– Bir daha çal Mustafa Ustam, diyorum.
– Bir kere de benim için çalar mısın, diyorum.
Uzanıp tezenesini alıyor, soran gözlerle bana bakıyor.
“Allı turnam bizim ele varırsan
Şeker söyle kaymak söyle bal söyle
…
Eğer bizi sual eden olursa
Boynu bükük benzi soluk yar söyle”
…
Mustafa usta çalıyor ben gözümü kapatıp dinliyorum.
Kastamonu Karaş köyünde, ahşap bir köy evinde benim için bir türkü söyleniyor.
Türkü bitiyor,
Yüreğimde cümbüşün ezgileri cümbüş ederken kimsenin duyamayacağı şekilde mırıldanıyorum, Casablanca filminin ünlü repliğini:
Bir daha çal Sam...