SON DAKİKA
![]() ![]() ![]() ![]() ADEM’İN YASAK MEYVESİ![]()
Adem GÖKSÜGÜR
Alexis Carrel’e 1912 yılında Nobel Tıp Ödülü kazandıran “İnsan Denen Meçhul” adlı kitabını duymayanınız yoktur sanırım. Carrel eserinde “insanı tanımak için başlı başına bir “insan bilimi” oluşturulmalı ve insan bir bütün olarak ele alınmalıdır” tezini savunuyor.
İnsanı tanımak göründüğü kadar kolay bir iş değildir.
Bir düşünelim; kendimiz hakkında bildiklerimiz mi yoksa bilmediklerimiz mi daha çok? Konuyu huylarımızla ve olaylara gösterdiğimiz tepkilerle sınırlı tutmayın. Hastalıklarımız, duyarlılıklarımız, duygusal ve biyolojik tepkilerimiz, hücre dünyamızda olup bitenler… Bütün bunları biliyor muyuz? Kaldı ki, insanlar içinde bizi bizden daha iyi tanıyan da yoktur.
İnsanı tanımak adına çok farklı bir boyutuyla ele almak niyetindeyim. Bunun için çok gerilere, Hz. Adem’e kadar gitmek istiyorum. Bilim eldeki var olan verilerle Hz. Adem’e kadar gidemiyor kuşkusuz. Tarih yazıyla başladığına göre, bilimin bulduğu en eski yazılı belge tarih biliminin başlangıç noktasıdır. Gerçek şu ki, tarih bilimiyle insanın serüveni yaşıt değildir. Bilim, ulaşabildiği en eski belgenin öncesine ancak varsayımlarla gidebilmektedir. Bu bağlamda bilimin yorulup oturduğu yerde “din” daha uzun soluklu bir veri akışı sağlamaktadır.
İnsanın ilk yaratılışındaki hamur-maya karışımından oluşan terkibi incelemeye değer buluyorum. Bu hamur ve mayayı tanımak için şu iki ayeti dikkatle incelememiz gerekecektir:
“Gerçek şu ki, Biz insanı kokuşmuş balçıktan yarattık” (Hicr: 26)
“Ona en uygun biçimi verip Kendi ruhumdan kattığım zaman onun önünde yere kapanın!” (Sad: 72)
İnsanın formülündeki ideal karışım ortadadır: Kokuşmuş çamurve Allah’ın Ruhu… İyi ve kötünün senteziyiz bir bakıma. Çamursu yanımız ve İlahi yanımız… İnsanlık tarihi bu iki yanın savaşına sahne olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.
İblis’in “ben ateştenim o ise çamurdan, ben ondan üstünüm” itirazı insanlık tarihindeki ilk faşist çıkıştır. Babasına başkaldıran, İblis’le işbirliği yapan ilk âdemoğlu da Kabil’dir ve kardeşi Habil’i bir kıskançlık uğruna öldürmesiyle çamursu bir süreç başlatmıştır. Nemrut, Firavun, Ebu Cehil ve Ebu Leheb’ler ve onların çağdaş temsilcileri çıkar çetelerinden tutun da, enerji paylaşımı için silah pazarlayan savaş tutkunu emperyalist güçlere kadar bir dizi “çamur”laşmış tiplere her çağda rastlamak mümkün.
Bunun yanında “tebliğ” görevini yerine getirmek üzere gittiği yerlerde taşlanan ama yine de yöre halkına dua eden elçiler ve onların yolunda ilerleyen “Allah’ın Ruhu”nun temsilcileri de kutlu saflardaki yerini almıştır.
Kaldı ki, her insan kendi bünyesinde bulunan bu iki yanın amansız mücadelesiyle bir ömür tüketmekte değil midir? “Şeytan diyor ki” diye başlayan çamurlaşma eğilimimiz yanında, ezilen dünya insanları için içten içe merhamete gelip boğazımıza bir yumruğun düğümlendiği ve elimizin yumruklaştığı anlar olmuyor mu?
Tekrar başa dönelim; iyi ve kötünün ideal karışımıyla yaratılmış Adem ve Havva cennete yerleştirildiğinde onların olgunlaşması için bir şey eksikti. Eksik olan şey, çamursu yanımızın tetiklediği “günah” işleme ve ilahi yanımızın tetiklediği “yanlıştan dönme ve af dileme” olgusuydu. Yasak ağaçtan yemek suretiyle o eksiği de tamamlamış oldular. Nedir o yasak ağacın meyvesi, elma mı, üzüm mü?... Hayır, Kuran yasak ağacın ne olduğunu söylemez, “ona yaklaşmayın” der sadece. Yasak ağaçtan yiyen Adem ve Havva bir şeylerin farkına varırlar; “çıplak”tırlar ve bunu fark edince derhal üzerlerini örterler. Muharref Tevratta somutlaştırılan bu enstantane belki de soyut bir çıplaklıktır, neden olmasın?
Birkaç aylık bir bebek düşünün, insanların ortasında çırılçıplak yatmakta ve sağa sola gülücükler atmaktadır. Gelin ona Adem ve Havva’nın yasak meyvesinin konsantre suyunu içirelim… Yani ona yirmi yaşın “bilinç” ve “sorumluluğunu” aşılayalım. Derhal üzerini örtecektir. O halde İnsanı insan yapan bu yasak ağacın iki meyvesi vardır: “bilinç” ve “sorumluluk”. Bekârlıktan evliliğe geçiş işte bu bilinç ve sorumluluk meyvesiyle gerçekleşir. Çevremizde henüz yasak ağacının tadına bile bakmamış sorumsuzlarla karşılaşmamız mümkündür.
Allah’ın “yaklaşmayın” emri de “rahatına bak, evlenip de başını derde mi sokacaksın” diyen zengin bir baba öğüdüne benzetilebilir. Bilinç ve sorumluluk yaşına henüz gelmemiş bir çocuğa “bu oyuncakların hepsiyle oynayabilirsin ama şu oyuncağa sakın elini sürme” dediğimizde çocuğun ilk eline alacağı oyuncak o yasak oyuncak olacaktır. “Kuran’ın naklettiği kıssalar konusunda niyet okuma” yoluna gittiğim için tepki gösterenler çıkacaktır. Unutmayalım “Kuran ayetleri üzerinde derinlemesine düşünmek” de Allah’ın bir başka emridir.
Cennette her şeyin emrine amade olduğu bir Adem, baba parasıyla sorumsuzca yaşayan zengin bir aile çocuğuna benzetebiliriz. Yasak ağaçtan yedikten sonra Adem artık evlenip sorumluluk almış bir delikanlıdır. “Armut piş ağzıma düş” dönemi bitmiştir artık. Armut yiyeceksen önce ağaç dikeceksin, onu sulayıp sabırla büyütecek ve mevsimi geldiğinde tırmanıp toplayacak, gerekirse elini ayağını yaralayacaksın. Sonra da onu paylaşacaksın… Adem’i Adem yapan işte bu devinimdir. İnsan suresinin 1. ayetinde “Olgun bir varlık oluncaya kadar insanın üzerinden çok uzun bir zaman dilimi geçmedi mi?” buyuruyor Allah.
Kuran’ı farklı bir felsefeyle ele alan kıymetli dostum Yılmaz Yunak “Kuran’daki Maymun” adlı eserinde, insanın “evrim” sürecini Kuran ayetleri ışığında ortaya sermiş. Bu bağlamda sevgili dostuma çok gerilere giden felsefi bir katkı yapmak istedim. (Yılmaz Yunak’ın bana göre bu kitabındaki en çarpıcı spot İnsan’ın maymundan evrimleştiğini savunan ilk biyologun Darwin değil, ondan bin yıl önce yaşamış Müslüman biyolog Abdülkadir Bidil olduğudur.)
Allah kâinatı altı evrede yarattığını söylemiyor mu? Onu bir anda da yaratabilirdi. O halde Evrenin kutlu misafiri olan insanın bu evrimden soyutlanmış olduğunu nasıl düşünebiliriz?
Adem Göksügür
goksugur@gmail.com
Bu makale 290 kez okundu
Yükleniyor...
Yorumlar yüklenirken lütfen bekleyiniz...
|