SON DAKİKA
![]() ![]() ![]() ![]() Tarihi Kızılelma Ülküsü![]()
Zahit YILDIRIM
Ve Türk Zihniyetinde XX. Yüzyıldaki Daralma Kızılelma ülküsü, Türk milletinin binlerce yıllık cihana hakim olma, adaletle hükmetme isteğini ifade eden bir terimdir
Bu ülkü, milletimizin maşeri şuurunda binlerce yıldır var olmaya devam etmiştir. Cihana hakim olma ülküsünü gerçekleştirmek için de yakın hedefler, uzak hedefler vardı. Bu düşünce İslami dönemde ise, İslamiyet’in cihad fikri ile örtüşerek daha da gelişmiştir. Mesela Selçuklular henüz devleti kurmadan önce hayallerinde Anadolu’yu vatan edinmek istiyorlardı. Onlar için Kızılelma’nın ilk hedefi Anadolu idi. Bunu gerçekleştirmek için daha devleti kurmadan önce Anadolu’ya keşif harekatı yapmışlardı. 1040’ta devletin kuruluşu ile neticelenen Dandanakan zaferi bu idealin gerçekleşmesinde önemli bir adım olmuştur. 1046-47’lerde Anadolu’ya başlayan akınlar 1071 Malazgirt Zaferi ile bu ülkünün gerçekleşmesi yolunda en önemli merhaledir. 1176 Miryakefalon (aslında Miryofatlın demek lazım. Çünkü Miryokefalon: Rumcada acı miryo, acı gün demektir. Miryofatlın ise tatlı gün demektir. Bkz. Hüseyin Şekercioğlu, “17 Eylül 1176 Gelendost Miryofatlın Zaferinin 796. Yılı”, Türk Kültürü Dergisi, C. X, S. 119, s. 12-17.) ise Anadolu Kızılelması’nın Türk milletinin eline geçişinin Bizans tarafından mecburi olarak kabulüdür. Anadolu’nun tapusunun 1176’da alınmasıyla Kızılelma ülküsünün yeni hedefi Rumeli ve onun merkezi olan İstanbul olmuştur. Bu hedefler de sırası ile ele geçirildikten sonra artık yakın hedef Belgrad, ardından viyana; uzak hedef ise Batı Hıristiyanlığının merkezi olan Roma’dır. Roma’nın ele geçirilmesi yolunda aradaki engeller bir bir ele geçirilmiş; Ancak Viyana’ya gelindiğinde bir duraklama söz konusu olmuştur. Kanuni’nin 1529’da çıktığı Viyana seferi, burasının alınamadan geri dönülmesi ile neticelenmiştir. Ancak onun döneminde bu seferde her ne kadar Viyana ele geçirilememiş olsa bile prestij bakımından oldukça büyük başarılar sağlanmıştır. Fakat 1683’teki II. Viyana bozgunu daha önceden ele geçirilen Kızılelmaların birer birer kaybedilmesinin başlangıcı olmuştur. Burada şöyle bir bilgiyi de siz okuyucularımla paylaşmak benim için çok önemlidir. 1994-1996 yıllarında Malatya’da Yüksek Lisans yaparken ders esnasında, hocamız (merhum Prof Dr. Zahit Aksu), Doktora eğitimi için Paris’te bulunduğu sırada Paris Milli Kütüphanesi Arşivinde, Kanuni’nin Başkenti İstanbul’dan Belgrad’a taşıma planı olduğuna dair bir bilgiden bahsetmişti. Daha sonra bu bilgiyi hocamızın ilk öğrencilerinden Prof. Dr. Beşir Gözübenli’nin, Zahit AKSU’nun vefatı münasebetiyle yazdığı bir makalede de gördüm. Bu olay da Roma Kızılelmasının ele geçirilebilmesi için Osmanlı hükümdarlarının, devlet merkezini ona yakın olan bir noktaya taşıma anlayışlarının devam ettiğinin göstergesi olarak zikredebiliriz. Bilindiği gibi Osmanlı’nın ilk başşehri Bursa, sonra Edirne ve en son da İstanbul’dur. Roma’nın Kızılelma olması meselesi sadece Türklerin hayalini süsleyen bir afaki bir şey midir? Bugün bunu söyleyenler, iddia edenler vardır. Ancak şöyle başımızı kumdan çıkarıp, batılıların yazdıkları eserlere bakarsak, bunun böyle olmadığını, onlar tarafından da kabul edildiğini görürüz. Bu fikrin Avrupalılarca da kabul edildiğine dair bilgileri öncelikle Diyanet İslam Ansiklopedisindeki Kızılelma maddesinde herkes görebilir. Ayrıca bu fikrin, Osmanlı’nın bütün kayıp ve zayıflamasına rağmen 1836’larda bile, Avrupalılar nezdinde hala devam ettiğini de müşahede ediyoruz. Artur Lumley Davids diye bir İngiliz İngilizlere Türkçe’yi öğretmek için “Kitâbü’l-İlmi’n-Nâfi‘i fî Tahsîli Sarfi ve Nahvi Türkî= A Grammar of the Turkish Language: With A Preliminary Discourse on the Language and Literature of the Turkish Nations, A copious Vocabulary…” ismi ile 1832 yılında Londra’da bir kitap yazar. Bu kitap Madame Sarah Davids tarafından 1836 yılında “Kitâbü’l-İlmi’n-Nâfi‘i fî Tahsîli Sarfi ve Nahvi Türkî= Grammaire Turke: Précédée D’un Discours Préliminaire sur la Langue et la Littérature Des Nations Oriantales; avec un vocabulaire volumineux, des dialogues, …” ismi ile Fransızcaya çevirir. Bu kitapta adından da anlaşılacağı gibi İngiliz ve Fransızlara Türkçe öğretiminden bahsedilir. Günlük konuşmalar, seyahatte, lokantada insanların kullanacağı kelimelerden söz edilir. İşte o günkü günlük konuşmalarla ilgili örnekler verilirken 156. (İngilizcesinde 152.) sayfada da o günkü yer isimlerinin önce Osmanlıca yazılışı, ortada o yer isminin Latin harfleri ile okunuşu ve en solda da Fransızca karşılığı verilmektedir. İşte bu yer isimlerinden 28. Satırda Osmanlıca olarak “Kızılalma”, Latince okunuşu olarak “Kizil ālmâ” ve Fransızca olarak da “Rome” yazılıdır. Bu durum, Avrupa devletleri karşısında hayli güç, prestij ve insiyatif kaybetmemize rağmen hala Roma’nın Türkler için Kızılelma olduğunun onlarca kabul edildiğinin göstergesidir. Bir başka deyişle Avrupa’dan Türkiye halâ öyle görülmektedir. XX. Yüzyılda Türk Zihniyetindeki Daralma Bir zamanlar bütün dünyaya hakim olmayı düşünen, onu gerçekleştirme yolunda binlerce kilometre yolu at sırtında kateden, milyonlarca şehit veren bu millet XX. Yüzyıla gelindiğinde, özellikle bu yüzyılın sonlarında bu geniş ufkundan çok şeyler kaybetmiştir. Bir zamanlar türkülerinde, atasözlerinde, deyişlerinde Yemen, Bağdat, Şam, Rumeli Fizan vs. geçerken yeni yetişen nesiller bu türkülerin, atasözlerinin manasızlığına inanmış olacak ki onu yeni duruma uyarlamıştır. Sözgelişi benim çocukluğumda ve gençliğimde dinlediğim bir türkü vardır. Sözleri şöyledir: Çamlı belden çıktım yayan Dayan dizlerim dayan Kardeş adlı bacı yayan Nenni bebek nenni neni
Bebeğin Beşiği çamdan Yuvarlandı düştü damdan Beybabası gelir Şam’dan Nenni bebek nenni neni
Bu türküyü birkaç yıl önce -2005-2006 yılları idi sanırım- radyoda aynen şöylece işitmiş ve çok üzülmüş, hayretler içinde kalmıştım. Bebeğin Beşiği çamdan Yuvarlandı düştü damdan Bey babası gelir Van’dan Nenni bebek nenni neni Aklı evvel sanatçımız, burada “Şam”ın ne işi var? Şam bizim toprağımız değil ki. Yada bizim babalarımız artık Şam’a ticarete, para kazanmaya gitmiyor. Van’a gidiyor diye düşünmüş olmalı. Bir başka örnek de yine bundan birkaç yıl önce çok yüksek rütbeli bir paşamız –gerçi generalimiz demek daha doğru olur herhalde- Yemen şehitlerini anma gününde, “Yemen neresi, Türkiye neresi? Ne işimiz vardı orada? Orası vatan mıydı?” diye sormuştu? Bu sorular maalesef geldiğimiz noktayı, zihnimizdeki daralmayı, yada tarihi Türk değerlerine yabancılaştığımızı göstermektedir. II. Dünya savaşı sırasında Almanlara karşı Fransız-İngilizlerin yanında Avrupa’ya çıkarma yapan Amerikan ordusunun generaline gazeteciler sorar: Sizin burada ne işin var. Burası Amerikan toprakları mı? Diye. Generalin verdiği cevap oldukça ilginçtir. “Ben New York’un sokaklarını New York’ta koruyamam!” Biz elbette başka ülkelerin toprakların işgal edelim, onların kaynaklarını sömürelim, kültürlerini değiştirelim demek istemiyoruz. Zaten tarihi tecrübemizde de hiçbir zaman böyle bir şey yoktur. Sadece kendi değerlerimizi kendi nesillerimize daha güzel, daha doğru öğretebilirsek bugün zulüm altında inleyen milyonlar da tekrar bize koşacaktır. Selam ve muhabbetlerimle Yrd. Doç. Dr. M. Zahit Yıldırım, mzahit60@gmail.com [1] Bu bağlamda merhum Osman Turan’ın “Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi” isimli muhteşem eserini her Türk gencinin mutlaka okuması gerektiğini hatırlatmadan geçmeyeceğim. [2] Hikmet Yurdu, Yıl: 2, S.3 (Ocak-Haziran 2009), ss. 17 - 29Bu makale 56 kez okundu
Yükleniyor...
Yorumlar yüklenirken lütfen bekleyiniz...
YAZARLAR Tümü
SON DAKİKA
ÖZEL HABER
HAVA DURUMU
|
|