SON DAKİKA
![]() ![]() ![]() ![]() MUMUNUZ MÜBAREK OLSUN![]()
Adem GÖKSÜGÜR
“Hiç mum da tebrik mi edilirmiş” demeyin, biz yılda beş kez birbirimizin mumunu kutluyoruz. İngilizcede mum anlamına gelen “candle” kelimesi “kandil” olarak dilimize geçmiş. Üstelik dini hiçbir ana kaynakta bu isimle anılmayan önemli geceler için kullanıyoruz “kandil”i. Evet, hepinizin geçmiş mumları mübarek olsun…
Mum, Hıristiyan ayinleri için oldukça önemli bir argüman. Kiliselerde mum yakılan özel bölmeler vardır ve genellikle mum yakmadan dua edilmez. Türbelere mum adamak da bu bağlamda bize Hıristiyan geleneklerden sirayet etmiş bir hurafedir. İslam’a Hıristiyanlıktan geçen hurafelere “nasraniyyat”, Musevilikten geçen hurafelere de “israiliyyat” denir. Mum da tüm ritüel varyasyonlarıyla bir “nasraniyyat”tır. Bilindiği gibi Kuran’dan onay almış iki önemli gecemiz var; birisi Kuran’ın doğum gecesi olan “Kadir” gecesi, diğeri de “İsra” gecesidir. Kadir gecesi Allah tarafından bir sûre ile taçlandırılmış ve “bin aydan hayırlı” -bir başka deyişle ömre bedel- bir gecedir. Bu geceyi önemli kılansa, Kuran gibi bir rehberin inmeye başlamasıdır. Allah tarafından yapılan vurguya dikkat etmek gerekir, Kuran merkezli bir din anlayışı beynimize nakşediliyor adeta. Biz ne mi yapıyoruz o gecede? Kuran eksenli olmayan anlayışların arasına biraz “garnitür” olsun diye ayetler serpiştiriyoruz, onu da anlamını okuma zahmetine katlanmadan. Gerisi bir şairin yazdığı dizelerin yanık sesli hafızlarca okunması… Hakkını teslim etmek gerekirse şiir gerçekten de güzel… Güzel olmayan bu şiirin Kuran’ın önüne geçirilmiş olması. Geleneksel anlayışa sahip olan insanlarımız, önemli günlerinde “mevlit” okuturlar. “Allah rızası için mevlit okuttum”, “falancanın ruhuna mevlidi şerif okutulacaktır” gibi sözlere hiç de yabancı değiliz.
Allah rızası için şiir okumak…
Allah’ın ilk emri “oku” ya, ne okursan oku! Mantık bu olsa gerek. Hele okunan mevlitte “geldi bir akkuş kanadıyla revan” diye başlayan beyitten sonra ayağa kalkılarak sırtların sıvazlanması da ayrı bir komedi. Güya doğum sancısı çekmekteyken Âmine validemize bir melek gelir ve sırtını sıvazlayarak sancılarını hafifletir. Bu hadisenin anısını canlandırmak için doğurganlık özelliği bulunan kadınlarımızın birbirinin sırtını sıvazlamasını bir nebze anlayabilirim. Ama bazı yörelerde erkeklerin de “sıvazlama” eylemine iştirak etmesini izah etmekte güçlük çekiyorum. (Gitmek zorunda olduğum bir mevlit töreninde bu bölümde ayağa kalkmadığım için cemaatin aforoz edici bakışları ile bir süre mücadele etmiştim. Hele sırtı sıvazlanan bir beyefendiye “nasıl kolay doğurabildin mi bari?” dediğimde muhatabım ne diyeceğini şaşırmıştı. Bir insana nasıl gâvur muamelesi yapıldığını o gün çok iyi anlamıştım.)
Kuran onaylı ikinci gece olan İsra gecesine gelince; “böyle bir gece de nereden çıktı?” demeyin. İsra suresinin ilk ayetinde peygamberimizin Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya Allah inayeti ile manevi bir gece yolculuğu yapması anlatılır. Bu geceye; Allah’ın, elçisini “hüzün yılı”nın üzüntüsünden ve vahiyde fetret dönemi sonrası müşriklerin tacizinden kurtarma operasyonu diyebiliriz. Allah’ın “isra” dediği bu geceyi, ismini beğenmeyip “miraç” olarak değiştirmek, sonuna da bir mum dikerek “kandil”e dönüştürmek ilginç bir fantezi olsa gerek. Hazır yeri gelmişken bir de “israiliyyat” örneği sunmak istiyorum. Uydurma bir hadiste “miraç” hadisesi özetle şu şekilde aktarılıyor:
Allah’ın huzuruna çıkan peygamberimizin ümmetine yani bize günde elli vakit namaz farz kılınıyor. Bir düşünün ortalama yarım saatte bir namaz. Yeme, içme, çalışma, uyuma yok… Abdest gibi bir ön hazırlığı da hesaba katarsanız sadece namazdan ibaret bir hayat. Allah’ın böyle bir emir vereceğini iddia etmek en hafif bir ifadeyle O’na iftiradır. Peygamber (as) aldığı emirlerle geri dönmektedir ve yolda Musa (as) ile karşılaşır. Elli vakit namaza Musa (as) itiraz eder, “git pazarlık et, senin ümmetin bunu kılamaz”… Pazarlık birkaç gidiş-dönüş turu sonrası tamamlanır ve namaz beş vakte indirilir…
Bu uydurma rivayete göre (hâşâ) Allah kulunu tanımıyor, ama Musa (as) yetkin kararlar verebilecek kadar olgun takdim ediliyor. Bizim peygamberimizin pasif bir tipoloji ile betimlenmesi de oynanan oyunun vahameti açısından dikkat çekicidir. Yahudilerin “sahih” diye bilinen kaynaklarımıza başarıyla sızmış olması, nasıl bir “israiliyyat” ile karşı karşıya olduğumuzu gözler önüne seriyor. İnsanı dinden çıkaracak böyle bir anlayışa ilahiyatçılarımızın sessiz kalması da anlaşılır gibi değil.
Regaip gecesine gelince; ne amaçla kutlandığını duydunuz mu bilmiyorum ama birileri takvimin başına oturup peygamberimizin doğum günü olan 12 rebiyülevvelden dokuz ay on gün öncesine gidip, karşısına çıkan bu tarihi “peygamberin ana rahmine düştüğü gece” olarak tespit etmiş ve hurafe dağarcığımıza kutlanası bir “kandil” daha kazandırmış görünüyor. Sakın bana yine uydurma hadislerle bu gecenin faziletlerinden bahsetmeyin. Regaibin mantığı aynen budur. Bu kapıyı açarsanız, birileri de çıkıp Allah elçisinin annesinin karnına attığı tekmelerin yıl dönümünü hesaplamaya kalkabilir.
Ne acıdır ki, bu tür Kuran dışı ritüeller biz Türklerin eliyle kotarılıyor. Öyle zannediyorum, ilkel dönemlerde genlerimize işlemiş Şamanist geçmişimiz bize oyunlar oynuyor. İslam’a giriş cümlesi “lâ” ile başlar, önce tüm ilah anlayışlarını tamamen silmek zorundayız. Aksi halde bulaşık bir kaba bal doldurmuş oluruz.
Allah lafzını yalın kullanmakta bir sakınca görmeyen ama başta peygamberler ve sahabeler olmak üzere birçok şahsın isminin başına “hazret” koymayı ihmal etmeyen de yine bizleriz. Dahası da var Allah’tan esirgediğimiz bu ululaştırma ön ekini bazı şairlere bile layık görüyoruz: “Hazreti Mevlana” gibi... “Hazret” anlayışı İslam dünyasında sadece bizde var olan bir kültürdür. Herhangi bir sözlüğe baktığınızda, “hazret” kelimesinin karşılığının “yüce kabul edilen kimselerin adlarının başına saygı, övme, yüceltme amacıyla getirilen unvan” olduğunu göreceksiniz. Bu ifadeyi İslam tarihinde hiçbir kaynakta görmemiz mümkün değildir. İslam tarihinde peygamber isimlerinin sonuna “aleyhi’s-selam” (selam ona olsun) ifadesinin geldiğini biliyoruz. Bu kadar gereksiz ayrıntılarla uğraştığımı düşünmeyin. “Hazret” kültürü Hıristiyanlıktaki “aziz” anlamına gelen “saint” ve “santa” ön ekinin bizdeki karşılığından başka bir şey değildir. Yani bu ifade de “nasraniyyat”dır. Bizler başka kültürlerin etkisiyle yeni kavramlar oluşturup dinimizi yeniden şekillendiremeyiz… Din tamamlanmıştır ve bu sağlam duvara ne yeni bir tuğla ekleyebilir, ne de ondan bir tuğla çıkarabiliriz. Çağın gerekleri doğrultusunda dini yeniden şekillendirmek değil, yeniden yorumlamak gerekir. Tabi bu yorumları din haline getirmemek şartıyla…
Uyarı:
Yukarıdaki yorumlar din değil, sadece dinden anladıklarımdır. Anlattıklarımı din olarak takdim edebilmem için ancak ve ancak Kuran’dan ayetler okumam gerekirdi. Dini yorumlayanlar ve onların takipçileri bunu böyle kabul etseydi eğer, bu gün piyasada birbiriyle çelişen birden fazla İslam olmazdı…
Adem Göksügür
adem@goksugur.com
Bu makale 289 kez okundu
Yükleniyor...
Yorumlar yüklenirken lütfen bekleyiniz...
|