tosyahaberleri.com





banner72

DEKOLTESYEN SEVİYESİZLER

DEKOLTESYEN SEVİYESİZLER

Adem GÖKSÜGÜR

04 Aralık 2012, 20:08
Bu makale 875 kez okundu

Alevi yazar Faik Bulut'un "Alisiz Alevilik" adlı bir kitabı çıkmıştı yıllar önce. Faik Bulut "Alevi aydınlanmasına katkı" amacıyla yazdığını ifade ettiği eserinde özetle şunu söylüyordu: "Hz. Ali Alevi değil, Sünni'ydi: o camide namaz kılarken öldürülmüştü… Bugünkü Alevilerin Hz. Ali ile alakası olmadığına göre aslında Alisiz bir Alevilik egemendir." Faik Bulut'un bu görüşlerinin eleştirisini samimi Alevi kardeşlerime bırakarak asıl konuma dönmek istiyorum.

Çankaya Köşkü arşivlerinden çıkarılan hiçbir yerde yayınlanmamış Atatürk fotoğrafları geçtiğimiz yıllarda, Atatürk’ten sonra eşi başörtülü olan ikinci Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül tarafından medyaya dağıtılmıştı. Her nedense bu fotoğraflar kartel medya tarafından itibar görmedi. Aşağıda ilginize sunduğum 1923 yılına ait bu fotoğraflarda Atatürk'ün eşi Latife hanımın başörtülü hatta çarşaflı denebilecek görüntüleri yer alıyor. Diğer bir karede de benzer kıyafetiyle köşkün tesettürlü konukları, Atatürk ve tesettürlü eşi Latife Hanım ailece poz vermişler. Bu fotoğrafların aslında bu günkü tartışmalara son noktayı koyması açısından önemli olduğunu düşünüyorum.

Öte yandan Atatürk'ün Nutku'ndan 1959 yılından sonraki baskılardan çıkarılan, 21 Mart 1923 tarihinde Konya Hilal-i Ahmer Kadınlar Şubesi'nin tertip ettiği çay ziyafetinde yaptığı konuşma da bu bağlamda çok anlamlıdır. "Muhterem Hanımlar!" diye başlayan bu söylevi bu günkü baskılarda bulamazsınız. Nutuk tahrifatı olarak nitelendirilebilecek bu durumun günümüzde Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı tarafından sadeleştirilerek yeni baskılara yeniden kazandırıldığını görmek ilginç bir gelişme. Türk Tarih Kurumu (TTK) Yayınevinin 1959 yılında yayınladığı Nutuk'un II. Cildinin 149–153 sayfalarında yer alan hitabeden bazı kesitler aktarmak istiyorum:

"Kadınlarımızın giyim tarzı ve örtünmesinde iki şekil tecelli ediyor; ya ifrat, ya tefrit görülüyor. Yani ya ne olduğu bilinemeyen, çok kapalı, çok karanlık bir dış görünüm gösteren bir kıyafet veyahut Avrupa'nın en serbest balolarında bile dış kıyafet olarak arz edilemeyecek kadar açık bir giyim. Bunun her ikisi de şeriatın tavsiyesi, dinin emri haricindedir. Bizim dinimiz kadını o tefritten de, bu ifrattan da tenzih eder. 0 şekiller dinimizin muktezası değil, muhalifidir. Dinimizin tavsiye ettiği tesettür hem hayata, hem fazilete uygundur. Kadınlarımız şeriatın tavsiyesi, dinin emri mucibince örtünselerdi, ne o kadar kapanacaklar, ne de o kadar açılacaklardı. Giyim tarzımızı ifrata vardıranlar, kıyafetlerinde aynen Avrupa kadınını taklit edenler düşünmelidir ki, her milletin kendine mahsus ananesi, kendine mahsus adetleri, kendine göre millî hususiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin mukallidi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti dâhilinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz ki hüsrandır… Bizim kadın hayatımızda, kadının giyim tarzında yenilik yapmamız söz konusu değildir. Milletimize bu hususta yeni şeyleri bellettirmek mecburiyetinde değiliz. Belki ancak dinimizde, milliyetimizde, tarihimizde zaten mevcut olan beğenilir adetlere uygunluğu sağlamak mevzubahis olabilir… "Eğer kadınlarımız dinin tavsiye ve emrettiği bir kıyafetle, faziletin icap ettirdiği hareket tarzıyla içimizde bulunur; milletin ilim, sanat, içtimaiyat hareketlerine iştirak ederse bu hali, emin olunuz; milletin en mutaassıbı dahi takdir etmekten geri duramaz. Bilakis o halin aleyhinde söylenecek sözlere karşı, belki onun müteşebbislerinden daha fazla savunucusu olur."

Nutuk'ta bu ifadeleri görmekten rahatsız olmak nasıl izah edilebilir? Faik Bulut’un eserinden ilhamla bu kişilere "Atatürksüz Atatürkçü" demekten kendimi alamıyorum. Zonguldak Vali Yardımcısı olduğu dönemden tanıdığım Asım Aslan'ın "Sömürülen Atatürk ve Atatürkçülük" adlı kitabını okumanızı öneriyorum. Aslında kendilerini Atatürk'e benzeteceklerine Atatürk'ü kendilerine benzetmeye çalışan bu çevreler farkındalar mı bilmiyorum Atatürk'e ve Atatürkçülüğe büyük zarar veriyorlar. 12 Eylül öncesi sol yumrukları havada "Yaşasın özgürlük mücadelemiz" sloganları atan insanların bu gün nasıl bir özgürlük düşmanı kesildiğini görmek üzüntü verici. Özgürlüğü sadece kendileri için imtiyaz gören bu kesimin hızla eridiğini anlamak için dâhi olmaya gerek yok. "Özgürlüğün de sınırları olmalıdır, benim özgürlüğüme müdahale eden özgürlük zararlıdır. İleride bunlar bizim başımızı da zorla örterler" edebiyatına gelince; bu, doğmamış çocuğa don biçmektir. Niyet okuyuculuktan başka bir şey değildir. Öyle yapmaya kalktıkları gün hep birlikte ne yapılması gerekiyorsa yaparız, bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Bu duruma başka bir açıdan bakıldığında zorla açmakla zorla kapatmak arasında ilkellik açısından bir fark var mıdır? İkisi de yasakçılık değil midir?

Derin yapılanmanın Üniversitedeki taşeronları prof görünümlü cühelâ (eski doğan görünümlü şahinler) takımı "bez"le uğraşmaktan “tez”le uğraşmaya vakit bulamayıp intihal yoluna gitmişlerdi hatırlayın. Darbe özentisiyle “ordu göreve” pankartlarıyla Anıtkabir’e yüz sürmeye giden bu zerzevatın köşelerine çekilmesiyle meydan, kişiliği olmayınca dişiliğini öne çıkaran, çatalını sergilemekten imtina etmeyen aşüftelere kaldı. “Dağdaki çobanla dekoltesyenlerin (deyim bana ait, umarım literatüre girer) oyu aynı olmalı mı?” sorusuna cevabım şudur; dağdaki çobana kurban olsun bu aşüfteler, çobandaki hayvan sevgisinin zekâtı miktarınca bile insan sevgisinden mahrumdur bu kişiliksizler. Şimdi neden yasakçıların hızla eridiğini ve mağdurların çığ gibi büyüdüğünü anlıyor musunuz? "Bir şeyin yaygınlaşmasını istiyorsanız yasaklayın" ilkesini nasıl görmezden gelir bu çevreler bilemiyorum. Sakal kesildikçe gürleşir, öyle değil mi? Başörtüsünün üniversitelerde serbest olduğu dönemlerde başörtülü sayısının bugünkünden az olduğunu hatırlıyorum. Yasakla birlikte çığ gibi büyüdüler. Bazen bu kesimin başörtüsü düşmanı olduğundan bile kuşku duyuyorum. Mesiyanik Yahudi mezhebi mensuplarının Mesih’in gelişini hızlandırmak için edep ve ahlaktan yoksun sapıkça eylemler yapmaları gibi bir eylem tarzıyla karşı karşıyayız. İki olasılık var; ya bu tavırlarını başörtüsünün yaygınlaşması için bilinçli olarak yapıyorlar, ya da bu tavırlarının sonucunu kestiremeyecek kadar zekâ fukarası zavallılarla karşı karşıyayız. O kadar basit ve tutarsız savunma mekanizmaları geliştiriyorlar ki ekran karşısında, kumandayı ekrana fırlatmak geliyor içimden. Simge olsun diye türban takılıyormuş falan filan. Yakalarına takıp gururla taşıdıkları parti rozetleri sembol değil mi? Efendim türban dış kaynaklıymış… Boynumuzdaki kravat ne kaynaklı zannediyorsunuz? Ben batı kaynaklı olmasına rağmen kravatı çok seviyorum, ne olacak şimdi? İhaneti vataniye yasasıyla mı yargılayacaksınız beni? Üstad ne güzel demiş:

“Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana,

Yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana…”

Özgür ve esen kalın…



Yorum Gönder

@name x