Çok çok eskilerde heybetli bir dağın, ulaşılması çok zor zirvelerinin ölümcül uçurumlarının keskin yamaçlarında bir tür büyülü çiçekler yetişirmiş. Rivayet bu ya; çiçeğe ulaşabilip de ona koklayabilen insanı öyle bir büyülermiş ki adeta büyülü çiçeğe bağımlı olup başka bir şeyi düşünemez hale gelirmiş.
Zamanla bu büyünün etkisi alışma ve nankörlüğün de etkisiyle tadıla tadıla etkisini yitirirmiş. Vefasız olan insanlar o güzelim büyülü çiçeğin kendilerindeki etkisini yitirince ve kendilerindeki etkiyi yitirince yaşadıkları o güzellikleri hiç yaşamamışçasına pis ayakkabılarıyla büyülü çiçeği ezip, o heybetli dağdan yaşadıkları düzlüğe doğru kolayca ve umarsızca iner giderlermiş.
İnmesine inerlermiş ama o büyülü çiçeğe kavuşmak için yaptıkları o eşsiz tehlikeli ve muhteşem tırmanışı hemen unutuverirlermiş.
İlk günlerin gayet güzel geçmesine rağmen zamanla o büyülü çiçeğin unutulması mümkün olmayan eşsiz kokusunun özlemi tüm bedenini ve ruhunu tekrar esir alırmış.
Ama nafile. Artık bizi büyüsüyle büyülü bir dünyaya götürebilecek çiçeğimiz yok ki!
O güzelliği biz yok etmemiş miydik?
Acaba yeniden tırmansak yeni yeni büyülü çiçekler bulabilir miyiz?
Sanmıyorum.
Rivayete göre; o dağda herkesin sadece bir ama bir tane büyülü çiçeği olabiliyormuş.
Onları hoyratça yok eden insanların ikinci bir büyülü çiçek için hiç ama hiç şansı yokmuş.
Yine de çiçeklerini ezmeden, yok etmeden dağdan gidenlerin kesin olmamakla birlikte belki de bir şansları daha olabilirmiş.
Sevgili okuyucularım sizlerde durum nedir, kaçınız büyülü çiçek oldu, kaçınız büyülü çiçeğini buldu?
Daha da önemlisi son durum nedir?
Bizler amaçlarımızın uğruna onca tehlikeyi ve zahmeti göze alıyoruz ama peki ya sonuç?
Yoksa sadece önemli olan sadece el edebilmek mi acaba?
Yeni aldığımız ayakkabıların o birkaç günlük saltanatını hepimiz biliriz. Ya sonrasında giymeye kıyamadığımız o ayakkabılarla neler yapıyoruz neler…
En kötüsü de yeni yıl ajandalarımız. Özene bezene seçip alıp da içine bir şeyler yazmadan rafa kaldırdığımız tozlanmaya bıraktığımız ajandanın suçu ne?
Eğer bakmayı beceremeyeceksek bırakalım çiçekler dalında güzelce kalsın.
Hiç yoksa saltanatı ve güzelliği birkaç saat değil haftalarca kalsın.
Çiçekleri seviyoruz. Evet seviyoruz ama keşke sadece sevgiyle kalmasa, ona bakmasını bilsek soldurmadan.
Günümüzde büyülü çiçekleri hiç olmamış ya da solmuş insanlar çılgınca hayvan sever olmakta. Ve hayvan severliğin hakkını bir tamam vermekte, karşılıksız ve yürütmesi tek taraflı ve zor olan bu sevgiyi beceren bizler;
Daha paylaşımcı ve kolay olan insan sevgisinde niye başarısız, korkak ve sinmişiz?
Bazı insanlar o kadar şanslı ki aşkı, sevgiyi sadece kitaplarda ve medyada duyup hissediyorlar. Yaşamaya, anlamaya ve tatmaya gerek duymadan yaşamadan yaşayıp gidiyorlar.
Bense en rahatıyım. Çıktığım zirvelerde ne ben çiçek bulabildim, ne de kimse çiçek olarak beni aldı.
Galiba bunda dedikleri gibi kaktüs olmamın büyük etkisi var.
Sahi; kaktüs dağda olmaz ki çölde olur.
Şimdi anladım her şey niye ters.